İskenderun: İki Üvey Han
İskenderun’un tarih içerisindeki rolü hep önem arz etmiştir. Şehrin kurucusu Büyük İskender dahil olmak üzere bütün liderler bu stratejik önemin farkına varmışlar ve şehrin mimarisini bu öneme yakışır şekilde kurmaya dikkat edilmişlerdir. Şehrimizin her köşesinde ansızın karşınıza dikilen, tarihin devleri diyebileceğimiz bu ve benzeri yapılar yaşadığımız toprakların bizlere en büyük mirasıdır, ne var ki biz ise tarihin gördüğü en densiz varisleriz.
Kentimizin her köşesinde yer alan bu güzide yapılar bizim göğsümüzü gere gere övüneceğimiz, her platformda tanımını yapabileceğimiz ve hatta bu şehrin bayrağıymışcasına göstermekle gurur duyacağımız halde olması gerekirken, harap, bitap ve tarumar durumda. Sizler bu ve benzeri projelere ne kadar destek verirseniz, kireç taşlarıyla restore edilmiş dimdik balkonlar görürsünüz, ne kadar sırtınızı döner ve görmezden gelirseniz, çökmüş çatılar, yıkılmak üzere balkonlar üzerlerinde ameliyat yapılmışcasına tadilat yapılmış binalar görürsünüz. Ne görmek istiyorsak, ona hizmet etmeliyiz.
Şehir İçi Han:
Bu hanlar genellikle kare veya kareye yakın dikdörtgen ya da arsa durumuna göre asitmetrik plana sahip bir veya iki avlulu yapılardır. Hem hayvanların, hem insanların barınması açısından Selçuklu dönemi kervan saraylarına benzer fonksiyonları yanında sadece depo ve bürolardan oluşan şehir hanları da bulunmaktadır. Özellikle Osmanlı ve Selçuklu dönemi kervansaraylarını andıran bu binalar gerçekten modern mimari ile hem işlevsel hem de göz zevkine hitap eden harika yapılardır.
Bu yazıyı yazmama destek olan ve araştırmasını bana hemen ulaştıran Prof. Dr.Candan ÜLKÜ’ünün, ‘İskenderunda İki Şehir İçi Han ‘ isimli eserinde, bütün mimari ayrıntılarıyla inceleyebileceğiniz bu iki güzel yapıyı sizlere kendi dilim olan fotoğraflarla aktarmaya çalışacağım.
1-Mihail Elyan Hanı
Alt katlarda iş yerleri tarafından vitrin veya pencere haline getirilmeyen kapıların üst kısmında bulunan üçgen yapı gerçekten fransız mimarisinin şehrimize armağan ettiği bu binanın üzerinde, doğum günü pastasını süsleyen mum misali durmaktadır. Ne yazık ki eski fotoğraflara baktığınızda tahrip edilen bu kapılar alt katı tamamen kaplasa da günümüzde hanın sakinleri yapıyı günün şartlarına uydurmuşlardır.
Üst kata dar bir merdiven ile çıkılır, ancak bugün üst kat bakımsızlıktan dolayı kullanılmamaktadır, alt kata göre mimarisi çok farklıdır. Kuzey yöndeki odalar simetrik olarak düzenlenmiştir. Eşit büyüklükte olan iki tuvalette plana eklenmiştir. Asıl giriş kapısının üzerinde bulunan balkon dizisinin güney cephede de tekrarlanmış olması gereklidir. Bu sebeble güney cephede görülen çeliklerin bu balkonlara işaret ettiğini düşünüyoruz.
Yapının orta sol kısmında bulunan, iç avluya açılan kemerli kapı, günümüzde çok zarar görmüş olup, üzerindeki tarihi yükü daha ne kadar kaldırabilir bilemiyorum. Zaten az evvel bahsi geçen süslü kapı girişlerinin bir kısmını modern ve çirkin malzemelerle (plastik ve demir ) çoktan değiştirilmiş, yer yer binaya bakım yapmaya çalışılsa da tarihin estetiğinin yanında ayan beyan farkediliyor.
Kemerli avlu kapısının, iç orta kısmında bulunan destek kütükleri, modern mimarinin yıllar önce yapılan sanatsal yapı karşısında direnmeye çalışıyor fakat bu direniş bir kaç yılı çıkarır mı bilemiyorum.
Alt kat duvarları kesme taştan, iç bölme duvarları moloz taş ve kireç harcı karışımıyla örülmüştür. Zemin kat üzeri demir raydan hatıllarla sağlam bir örtü ile kapatılmıştır. İkinci kat kargirdir. Bu özellikler levanten konut-ticari yapıların genel özelliğine uymaktadır.
Kemerli kapıdan avluya (günümüzde otopark) tesadüfen girip, otoparka arabanızı emanet etmek gafletine düştüğünüzde gözlerinize inanamayacaksınız, elektrik ve tesisatın binaya sanki bir mancınıkla öylesine atılmış gibi durduğunu fark ettikten sonra, bu şehir için umutlarınızın kaybolduğunu sizde yavaş yavaş hissetmeye başlayacaksınız.
Yapının avlu (iç) kısmı ise daha feci durumda, ön tarafta bulunan iş yerlerinin sırt bölümleri tahminime göre, kör bir inşaat ustası tarafından resmen yamanmış
Bu kısma bakan duvarların üzerlerine çekilen hissiz sıva ise ben buraya yakışmıyorum çığlığı atar gibi, neyse ki yapının ortasına çelik bir destek düşünülmüş, aksi halde günümüze kadar dayanabilmesi gerçekten mucize olurdu.
1926 yılında çekilmiş bu fotoğrafta , kapı ve avlu girişinin harika yapısının yanında fark edilen ilk bölüm, Ulucami tarafında yer alan ve şuan siyasi parti olan kullanılan bölümün henüz inşa edilmemiş olduğudur. Aslen binanın tamamı, bütün bir cadde boyunca , bu hoş balkonlarla ve benzer yapılarla süslense gerçekten kente bin yıllık bir şehir havası katabilir diye düşünüyorum.
Yeni fotoğraf ile karşılaştırma yaptığınızda, ilk farkedeceğiniz özellikle yeni açılan dükkanların evvela giriş kısmında bulunan küçük kapıların (üçgen üstlükleri bulunan bölümler) birer birer imha edildiği olacak.
Yukarıda ki görmüş olduğunuz fotoğrafımda sizlere bu yapının özellikle iyileştirmeler yapıldığı zannedilerek nasıl iki zihniyet arasında kaldığını özetlemeye çalıştım. Eski kısım olduğu belli olan bölgede, kilit taşlarının muhteşem uyumu, kapının eski olmasına rağmen asil duruşu ve üzerindeki modern çöpler. Ama sol ve sağ bölümde binanın içerisinde bulunan kiracılar tarafından nasıl modernize edildiğini görüyorsunuz (!).
Ulucami ve Ulu Çarşı caddelerine bakan cepheler bugün tamamen yokolmuştur. Ulucami tarafına bakan cephe, yol yapımı nedeniyle yıkılmıştır, yerine betonarme dükkanlar yapılmıştır, aynı durum UluÇarşı tarafındada geçerlidir.
2- Gazaali Han
5 Temmuz, Raif Paşa ve Uzun Çarşı (Ayakkabıcılar Çarşısı) caddelerine bakan kısımlarda bulunan, geleneksel merkez avlulu, tek katlı bir binadır. Caddeye bakan cephelerde halen iş yerleri bulunmaktadır. Maalesef ki Mihail Elyan Hanı bu yapıdan bile daha iyi durumda bulunuyor.
Kare planlı yapı kuzey ve güneyde köşelerinde pahlanarak, köşelerde yer alan dükkanların iki cepheyede pencerelerinin olması sağlanmış, Binanın her köşesi, her penceresi, her havalandırılması ve hatta süsleri yeni nesil sıvalar tarafından yok edilmiş.
Fotoğrafta görüldüğü gibi pahlanan kısımlar günümüzde içler acısı halde , iş yeri sakinleriyle görüştüğümde zaman zaman sit alanı olduğu için bazı resmi kontrol yetkilileri geldiğini ama her seferinde yeni yapılan bölümler ile ilgili sadece not aldıklarını söylemektedirler. Bazı kiracılar gerçekten tarihi örtüyü muhafaza etmeye çalışmışlar fakat bireysel çabalar çok yetersiz, her hangi bir eski bina değil bu iki han ülkemizin ve şehrimizin tarihinin kadim tarihinin birer parçası ve bu parçaların günümüzdeki hali bizim tarihimize bakışımızın resmidir.
Gerek elektrik ve telefon tesisatı, gerekse modernize çalışmaları sebebiyle Gazali Han , Mihail Elyan Han’ına göre daha feci durumda, bu durumun nedeni Gazali Han’ın bölgesinin ticari anlamda zamanla daha işlek hale gelmesi ve Mihail Elyan Hanının özellikle kamu kurumları çevresinde bulunmasıdır, özellikle Ayakkabıcılar Çarşısı olarak geçen bölümün halini anlatacak kelime bulmakta zorlanıyorum, hanın dış duvarı tamamen sıvanmış ve hatta bazı işletmeler iç duvarlarıda sıvayıp kendilerine ve işlerine özgü raf ve dolaplar bile yaptırmış durumadalar.
Şehri mimarisinin bizlere harika bir miras olduğu açık fakat biz daha ne kadar bu mirası reddetmeye meyil edeceğiz bunu hiçbirimiz öngöremiyor. Her köşe başındaki birey, ayılarak bayılarak izlediği , şehre kırılmış bir inci tespih taneleri gibi dağılan bu binaları hor kullanıyor. Ve bir farkındalık oluşturmaya çalışan vatandaş olarak itiraf etmeliyim ki, bazı yapıların değerli olduğunun farkedilmemesi o şaheserin kurtuluş fermanı oluyor adeta. İnsan bazen değeri bilenene kadar kaybetmek istiyor bütün bu eserleri.
İskenderun’un M.Ö 3000 li yıllara kadar dayanan tarihi birikimini yansıtan bu güzel yapıları sizlerle paylaşmak ve gelecek nesillere anlatmak benim için zevkti.
____________________________________________________________________
Bu yazıda Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde görev yapan ve desteklerini esirgemeyen sayın Prof. Dr. Candan Ülkü’nün İskenderunda İki Şehir İçi Han eseri dışında hiçbir kaynak kullanılmamıştır.