BİLGE KRAL : ‘ŞUPPİLULİUMA’
Şuppiluliuma! Bereketli toprakların koruyucusu, batı ve kuzey rüzgarlarının, güney ve doğu güneşinin kralı. Şarkın ve Hitit halkının hamisi… Güneş o sabah altın rengi verirken denizlere; Hitit’in bin yıllık bereketli topraklarından bir kral doğduğundan habersizdi. Tarihin tozlu sayfalarına baktığımızda anlıyoruz ki, türlü hengâme Hitit saltanatının son kralı Şuppiluliuma’nın dönemine rast geliyor. Öyle ki kendi ailesiyle bile zaman zaman zorlansa da, o ülkesi için birçok fedakarlık yapan, halkını türlü çalkantılı dönemlerden kurtaran fedakar bir yöneticiydi; Çünkü o, ‘Büyük Kral’dı’. Kimi tarihçilere göre, babası IV. Tuthaliya öldükten sonra veliaht olarak tahta geçen III. Arnuvanda’yı, Şuppiluliuma öldürmüş ve tahtı ele geçirmiştir.
Fakat yakın bir tarihte bulunan bir dokümanda: ‘bu konuda kendisinin hiçbir günahı olmadığı, ağabeyi öldükten sonra hiç varis kalmadığı için tahta geçtiği’ anlaşılmıştır. Şuppiluliuma, ülkesini dört bir yandan gelen saldırılara karşı korumayı başarmış, en büyük kıtlık zamanında yurdunu ayakta tutmuş ve bunu sağlamak uğruna düşmanlarından yardım almaktan bile çekinmemişti. Öte yandan, tarihte kaydedilmiş ilk deniz muharebesini Kıbrıs’a karşı kazanıp krallığının azametine azamet katmıştı. Onca savaşların,yağmaların, kıtlıkların ve yoklukların ortasında bir ülke almış ve bugüne kadar tarih kitaplarında anlatılan, genişliği halen araştırılan ve sınırları bugünkü ülkemiz sınırlarından geniş bir coğrafyaya hükmetmişti.
Bilinen son Hitit Kralı Şuppiluliuma, Hattuşaş’tan Kıbrıs’a, Karadeniz’den Suriye’ye kadar genişleyen toprakları sebatla korumuş ve kollamıştı. Sert bakışlı, mağrur ve halkını korumaya kendini adayan kralımız, deniz kavimlerinin, Hitit Krallığının hükmüne son verene kadar, ülkesinin geleceğine ve halkının hayatına kendini vakfetmiştir.
“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir. ” Lev Tolstoy
Tolstoy’un söylediği gibi olmuştu. Takvimler 2012 yılını gösterdiğinde, bu toprakların en kadim koruyucularından birisinin, coğrafyamızda; hemen yanı başımızda yatıyor olduğu haberi hepimizi şaşkınlığa uğratmıştı. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde, hiç beklenmedik bir yerden: toprağın yedi kat altından, belki topraklarımıza değil ama zamanımıza bir yabancı gelmişti ve böylelikle muhteşem bir hikaye başlamıştı.
Evvela hiçbirimiz anlamadık, beklenmedik zamanda gelen bu misafiri. Misafir dediğime bakmayın bu coğrafyanın kadim kralı ve koruyucusuydu. Ve o üç bin yıllık yerinden, tarihin belki de en kötü varisi olan bizleri, Hatay’ın ruhundan korumak için uyanmıştı. İlk ziyaretimde fark etmiştim; dirseklerinden öne doğru bükülmüş kolları, aslan şekilli bileklikleri, elindeki mızrak ve buğday demeti ve boynundaki yarım ay şeklindeki kolyesi ile gördüğümde, yıllarca bizleri izledikten sonra artık bu güzel şehir için, yaptıklarımıza katlanamayan kutsal bir koruyucu gibi üniformasını giymiş, mızrağını eline alıp gelmişti. Şaşkın olduğu kadar şaşkın, davetsiz bir ev sahibi evimize gelmiş gibi telaşlıydık. Belki de öyle üvey bir evlat gibi davrandık ki bu toprakların azametli tarihine, sonunda olan olmuş ve şehrin kutsal bekçisini uyandırmıştık. Şuppiluliuma herhangi bir arkelojik bulgu, turizme katkı sağlayacak bir parşömen değildi, o bizim tarihe dönüp geleceğimiz hakkında oluşturduğumuz bakış açımız, bir köşede atıl bırakılmış kalemiz, kimsesiz limanların, zamana direnemeyen sütunların, tarumar olmuş mozaiklerin temsiliydi.
Çok açıktır ki tarihini bilen ve ders alan toplumlar diğer toplumlardan her alanda fersah fersah ilerlemiş durumda. Biz ise şehrimizde övündüğümüz eserlerin büyük bir çoğunluğunu bazı rastlantılar sonucu bulduk, daha acı olan ise bu rastlantıların ne kadar büyük bir hazine olduklarının farkında bile değiliz. Kadim kralımızın ve atalarımızın bizlere bıraktığı miras öylesine devasa ki şimdilerde bu dev tarihin gölgesinde sadece oyalanıyoruz. Ne mutlu ki artık ‘Büyük Kral’ aramızda, bereketli toprakların koruyucusu; dik bakışlı, mağrur, büyük kralımız bizlerle.
Şehrin bütün tarihini yanı başına almış, ve tahtına yerleşmiş durumda. Öyle ya başka nerede bekleyebilirdi ki? Nehir sularında gezen sütun başlıklarına, parçalanan kaya mezarlarına, kendi topraklarından binlerce kilometre uzaklara kaçırılmış tabletlere artık tahammülü kalmamış bir kral, elinde avucunda ne kadar eser varsa toplayıp, Hatay Arkeoloji Müzesinin ortasında, geçmişte halkını savunur gibi bekliyor.
Bütün bunların ortasında, bereketli Hilal’in sahibi, ev sahibimiz: II. Şuppiluliuma. Gözlerini dört açmış dikkatleri kendisine çekiyor, evet o size bakıyor. Size, yani mirasını bıraktığı torunlarına ve ben ce bir soru soruyor. ‘Benim onca yıl hükmettiğim topraklara, bir arada tuttuğum halklara ne yaptınız? Siz zamanın ve insanlığın türettiği sorunlara, açlığa, yoksulluğa nasıl karşı koyuyorsunuz? Siz bu toprakların modern zaman insanları, bir elinizde mızrakla savaşmayı, diğer elinizde başak ile üretmeyi öğrendiniz mi? Ve en önemlisi tarihe kendi izinizi nasıl bırakıyorsunuz? 30/01/2019 15:32
Fahreddin OSMANCA