Gölge Oyunu, 1992 yılında Yavuz TURGUL tarafından yazılmış ve çekilmiş fantastik bir filmdir. Şener şen ve Şevket Altuğ un başrollerinin paylaştığı filmde iki oyuncu Karabiberler isimli bir komedi oyuncusu (Hacivat ve Karagöz) ikilisini canlandırmaktadır. Oyuncularımız bildiğimiz tüm filmlerin aksine roller paylaşıyor. Şener şen Abidin’i zevk düşkünü, çıkarcı, çapkın ve eli uzun, motosikletli bir serseriyken, Şevket Altuğ ise sakin, sessiz ve kalender bir insan olan Mahmut rolünu üstlenmiştir. Bu iki komedyen çoğu zaman komik hikayeleri, bazen siyasi hiciv içerikli hikayelerini pavyonda anlatarak ekmek paralarını peşinde koşarlar. (yaptıkları bu iş aslında bu bir kabare örneğidir.)
Film hemen hemen bütün sahnelerde harika bir ışıklandırmaya sahiptir. Bir gölge oyunu izler gibi izliyorsunuz filmi, sahnelerde arkaya göze batmayan açılarda düşen gölgeler yaratıyor. Atilla Özdemiroğlu’nun yaptığı müzikleriyle süslenmiş bu harika filmi ‘bu güne kadar nasıl izlememişim?’ diye hayıflanarak izleyeceksiniz.
İsmiyle filmin sonunda bizi ters köşe yapacak olan Rüya Pavyon’da pekte ilgi çekmeyen gösteriler yapan Karabiberler, maddi zorluklarla boğuşurken birde Abidin’in çapkınlıkları yüzünden işlerinden olurlar. Komşuları ve ev sahipleri olan ‘Büyük hanım’ (Füreya KORAL) işten atıldıkları gece bu iki genci yanına çağırır, gizemli konuşmasıyla sahneye giriş yapan ‘Büyük Hanım’ kiracılarının maddi durumlarını anlatması karşısında sohbete dalar ve uykusuzluk sorununu anlatmaya başlar. (Muhtemelen İnsomnia)
Kocası Eftal bey öldüğünden beri uyuyamadığını söyleyen büyük hanım bu durumu şöyle açıklar:
“Doktorlar aciz kaldılar, binde bir olan bir şeymiş, kocam eftal bey ölünce ben de tanrıdan ölmeyi diledim, ama o bana yaşam cezası verdi… sonsuza kadar… halbuki unutulup karanlıkta kaybolmak, sessizlik… ne güzel… ”
Kelimeleri ustaca seçilmiş diyaloglarıyla en güzel sahnelerden birisi buydu, Büyük Hanım mitolojik bir olaydan fırlamış karakter gibi anlattı kendi hikayesini… (Özellikle bu sahneyi muazzam oynayan Füreya KORAL hanımı bu filmde tanıdım ve gerçekten muazzam bir sanatçı olduğunu düşünüyorum.) Sahne 1
Bir gece bile geçmeden pavyondaki işlerine, hali hazırdaki borçlarını ödeştirmek için tekrar giren ikili bu yeni başlangıcın hayatlarını değiştireceğinin farkında bile değillerdi, İşe başladıkları ilk gece (uydurma ismi) Banu (Larissa Litichevskaya) isimli çok güzel bir kız pavyon sahibine burada çalışması için satılır. Fakat kısa bir sürede anlaşılır ki bu dünya güzeli kız hem konuşma hem de işitme engellidir. Duruma sinirlenen pavyon sahibi Ramazan (Metin ÇEKMEZ) Banu’yu dışarı atar… Gizemli ve hatta yer yer gerilim yüklü oyunculuğuyla göz dolduran Banu, pavyon sahibinin konuşamadığını öğrenmesinden hemen sonra yaka paça pavyondan atılır. Bu duruma çok üzülen, Yufka yürekli Mahmut mesai bitiminde gecenin bir yarısı pavyonun arka sokağında gördüğü Banu’yu yanına almaya karar verir ve asıl hikaye başlar…
“Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.” – Tolstoy.
İlk gecenin sabahında Banu cebinden soluk bir fotoğraf çıkarır, bir türlü kim olduğunu anlayamayız ve Banu bu duruma çok sinirlenir. Ardından bu misafir (Banu) ev sahibi (Hanımefendi) tarafından sabah Abidin ve Mahmut ile birlikte çağırılır, pavyondan bir kadını evde tuttukları için tepki göreceklerinden korkan ikiliyi bir sürpriz karşılayacaktır. Aniden bir kedi, gizlice yaklaştığı Kumru’yu parçalar. Banu Kumru yu eline alır, şevkatle sever ve bir anda avuçlarından gök yüzüne salıverir. Bu olay karşısında dona kalan Büyük Hanım ile Banu göz göze gelir…
İkinci gece (Banu pavyonda işe başlamıştır.) sahne Büyük Hanım ile başlar, kime seslendiğini duyamayız ama -Geldin mi ? diye sorar. Sonradan Banu olduğunu gördüğümüz kız Büyük Hanım ın başını ellerinin arasına alır (Kumru ya yaptığı gibi) Büyük Hanım Tanrı’ya şükreder ve artık gözlerini yumabilmiştir. Hem de o çok imrendiği sonsuzluğa kadar…
Üçüncü gecenin sabahında Banu ironik bir şekilde ‘gölge oyunu’ nu keşfeder. Eline Hacivat ve Karagöz’ü alır Daha sonra yine gölge oyunu ile derdini anlatır, fotoğrafı gösterir ve ikilimizle oynadığı gibi oynar. (Sahne 2)
Dördüncü gecenin sabahında Banu işitme testine girer ve hiç işitemeyeceğini karabiberler ile birlikte öğrenir. Banu herkese ve her şeye iyi gelir, herkes onun karşısında en derin sırlarını en içli acılarını anlatabilir. Duymayan, konuşamayan Banu herkesin dilek taşı gibi gizemli bakışlarıyla bütün düğümleri çözebilmektedir.
Beşinci gece artık Banu kendince sırrı açığa vurur, hem de gölge oyunuyla, karnına bir yastık alır, ve gölgede fotoğraftaki kişinin ‘anne’ olduğunu ima eder. (Kendi annesi olduğu çıkarımı yapılsa da ben filmim sonunda fikrimi değiştirdim. Derken kader üçlüsü fotoğrafın arkasında fark ettikleri yazıyı anlamlandırması için tanıdıkları o soluk fotoğrafı fotoğrafçılarına götürürler. Fotoğrafçı ölüleri, fotoğraflarda yüzlerden görebildiğini iddia eder, bu yüzden yüzlere bakamadığını söyler ‘ölümün yüzü’ nü görmekten müzdarip olan fotoğrafçı küçük soluk fotoğraftan ‘Zeliha KUMRU’ ismini çözebilmiştir. Banu fotoğrafı alır ve annesi olduğunu ima ettiği o soluk kağıt parçasını fotoğrafçıya zorla gösterir… Fotoğrafçı’nın ağzından ise şu sözler dökülür: ‘Yaşıyor da diyemem yaşamıyor da, çok tuhaf’ Sahne 3
Mahmut ile Banu’nun ilişkisi Abidin’i çok gerer bir çok sorunun yanında Banu’nun da bir sorun olduğu gerçeğini Mahmut’un görmediğini düşünmektedir, bu durum kısa sürede ikiliye ilk kavgasını yaşatır. Eve varırlar… fakir bir çay masası etrafında bu kez Banu’nun gizemli gözlerine Mahmut dökülecektir. Hem de karakterini en çok belirleyen sırrıyla. Mahmut neden kadınlarla iletişim kuramadığını onları neden sevemediğini ve yaklaşamadığını Banu’nun gözlerinin ta içine anlatır. Aynı masada Mahmut aniden Banu’ya ‘Kumru hanım …’ diye seslenir. İçini açtığı Banu’ya ‘Kumru’ ne demek onu gösterir -tabi ki ismiyle müsemma ‘gölge oyunu’ ile- Ve böylelikle Banu ismi bir evrime uğramıştır ve artık bu gizemli yolcunun adı ‘Kumru’ olmuştur.
İkili artık maddi sıkıntılardan bunalmış ve Abidin’in de zoruyla hırsızlık yapmaya karar verir fakat Mahmut’un içi bunu kaldırmaz. Fakat dertler büyümektedir, bu kez ‘Büyük Hanım’ ın kendilerine müsaade ettiği evden de kovulurlar. Artık kaderin evsiz 3 yolcusudur onlar: ışığın aldanışında, gecenin gizeminde gezer dururlar.
Altıncı geceyi motosikletin başında geçiren üçlü, sabah bir gazete küpüründe Kumru’nun annesinin hapishanede olduğunu anlarlar. Bu sabahtan itibaren artık yolculuk başka yöne gidecektir. Mahmut ile Abidin Kumru’nun annesini arama ile ilgili kavga ederken Kumru cebinden tomarla para çıkarır ve bu üçlünün sonunu getirmiştir. Artık Abidin tek başına ekmeğinin derdine başka yol arkadaşlarıyla düşecek, Mahmut ise kendisini tamamen Kumru’nun annesini bulmaya adar.
İkili bir süre için yolları ayırır, bu arada Rüya Pavyon’da devam eden Kumru ve Mahmut için zor bir gecedir, pavyon fedaisi konsomatris kızlardan birine asılan müşteriyi bıçaklar, bu arada Abidin dostundan uzak zor günler geçirmektedir, her ne kadar bir ortak bulsa da iç dünyasın ki buhranı atlatamaz ve intihar eder. Mahmut yaşanan bıçaklanma vakasından korkan konsomatris kadını ayıltmaya çalışırken bileklerini kesen Abidin’in haberi gelir. Fakat burada da Kumru bu durumu hissetmiş ve Mahmut’a zaten anlatmaya çalışmaktadır. Sahne 4
Abidin’i hastane ye yetiştiren Mahmut, arkadaşının da gönlünü kazanmıştır. Hastane de sohbet ederken film boyunca güçlü görünen, bitirim, dediğim dedik Abidin pes eder ve dökülür:
“Annemi son gördüğümde üzerinde parlak kumaştan bir elbise vardı. Yakaları açıktı, göğüsleri görünüyordu. Ateş kırmızı bir rujla dudaklarını boyuyordu, onunla ilgili hatırladığım son şeyler bunlar. Dudaklarını boyadığı gün evden kaçtı, beni terk etti…
Sen bunları bilmiyorsun, çocuk yaşta yalnız kaldım. Terkedilme duygusu öyle içime işlemiş ki çocuk yaşta…
Diyordum ki, nasılsa bırakıp gidecekler, o zaman sen daha önce tüy…
Kim olursa olsun! kadın, erkek…
Nedense, bilmiyorum…
Bir tek seninle ortaklığım acayip oldu, kral bir arkadaştın, ruhunda asil bir yan vardı.
sanki benim kalbimin iyi tarafıydın.”
Yollar yeniden kesisir, gönüller barışır ama hikaye henüz bitmemiştir. Mahmut geze geze bir şekilde bir hapishane ye gelir, ‘Zeliha Kumru’ ismini sorar, Hapishane görevlisi bütün haneleri dolu bir defterde isimleri tek tek arar, her hane de yazılar tamamen dolmuş herkesin giriş bilgileri çıkış bilgileri yer almaktadır, ‘Zeliha KUMRU’ ismine gelince defterin karşılığının boş olduğunu görürüz, henüz hesabı kapanmamış bir mahkum… Mahmut: (heyecanla) (#CehennemKayıkçısı #Kharon gibi bekleyen) hapishane memuruna sorar ‘Peki ziyaret edebilir miyiz?’ Memur: ‘Hayır ! Her şeyin bir günü, bir saati vardır!’
(Ceza evi memuru Kharon’un #styks nehrinden karşıya geçirmesi gereken bir ölüyü görmüş gibi bakar Kumru’ya…) Yine de yarı ölü nün karşılaşması)
Sonunda, Kumru annesine kavuşur, tel örgünlerin ardında anne/kız işaret diliyle hasret giderirler, Kumru cebindeki parayı da annesine teslim eder, sanki ihtiyacı olan tek şey; Kharon’a verilmesi gereken o paraymış gibi, bütün görev sona ermiş gibidir, Kumru annesini arkadaşlarıyla tanıştırır, kavuşması sağlayan insanları annesine gösterir. Tel örgülerin ardından onlarında parmak uçlarına dokunur, bu dokunuş sanırım bir rüyanın sona erdiğinin zil sesi gibidir.
İşaret dili ile:
Kumru: Ben senin dünyana geldim! Anne: Hoşgeldin (bende kabul ettim) Sahne4-2
Son gece: Kumru bütün düğümleri kesmiş, bütün dilleri çözmüştür. Kedinin yaraladığı Kumru’yu, Arafta kalan ‘Büyük Hanım’ı, Ölüleri gören fotoğrafçıyı, boynunda ip izi bulunan hapishane memurunu ve Abidin’i hatta son gecesini geçirdiği Mahmut’u: karanlık bir sokağı saran sis gibi bir gizemle kaplamıştır. Bu geceden sonra hiç bir şey Mahmut ve Abidin için aynı olmayacak/kalmayacaktır.
Sabah kalkan Mahmut ve Abidin Kumru’yu bulamaz. Telaşla hemen hapishaneye gider, annesinin yanına bakmak isterler, hapishaneye vardıklarında başka bir memur karşılar ikiliyi, Abidin ve Mahmut ne yaparlarsa yapsınlar ne annesine ne de Kumru’ya ait bir iz bulamazlar. İşin ilginç yönü memur bile farklı bir memurdur. Sanki anne’nin dokunuşu ile son günün izleri tamamen silinmiştir…
Mitolojik olanın kendini sürekli tekrar eden bir döngüsellikten beslenmesi, doğum ile ölüm arasındaki süreci çizgisel bir doğruda tahayyül etmemesi, yine bu süreç içinde kahramanın karşılaştığı tüm kötücül ve doğaüstü güçleri tek bir varlığın bölünerek insanın kendi kendisiyle mücadelesi olarak algılaması; tasavvufun insan yaşamı için kullandığı çember metaforuna benzemektedir. Gölge oyununda da içerik olarak güncelleştirilmiş olay ve söz dolantılarının, kendini sürekli tekrar eden bir biçime eklemlendiği görülmekte, devralınan biçim bizzat anlatının taşıyıcısı olmaktadır.
Görülüyor ki insan yaratılış ve evrenle ilgili tasavvurunda kukla ve gölge oyununu bir metafor olarak kullanmış, insanı hayal aleminde yaşayan görüntülere benzeterek aydınlık ve hakikati, hareket ettiren ve konuşanı daima görünenin arkasında saklı tutmayı yeğlemiştir. Seyirci gerçek olmayan bu görüntülerin ardında Tanrısal gerçeği seyre dalar, aynı zamanda tıpkı bu görüntüleri oynatan hayalci gibi Tanrı’nın da insanları böyle yönettiğini kavramış olur.
Kaynak: Gölge Oyununda Varlık Ve Mevcudiyet Fikri Elif AYDINALP
İkili, Rüya Pavyon’a dönerler, bütün pavyona tek tek Kumru’yu sorarlar, fakat nafile… Hiç kimse Kumru’yu hatırlamaz, pavyonda birlikte fotoğraflarını çeken fotoğrafçı, konsomatrisler ve hatta pavyon sahibi bile. Abidin ve Mahmut derinden yaralanmıştır, hem yarıda bırakılmış hissi, hem gerçek/hayal kavramının karışması ikiliyi iyice endişeye sürükler. Mahmut çılgına döner, hemen fotoğrafa bakarlar, herkese Kumru’yu gösterirler… Fakat Kumru’yu sadece Abidin ve Mahmut görebiliyordur fotoğrafta bile..
Abidin Mahmut’u kenara çeker:
Mahmut: Bize numara yapıyorlar! Abidin: Hayır onlar kumruyu hatırlamıyor! Mahmut: Fotoğraf? Abidin: Bizim gördüğümüzü onlar görmüyor ki? Mahmut: Bunlar rüyamı sence Abidin: İki kişi aynı rüyayı görür mü ? Mahmut: Nerde kumru ? Abidin: Kim bilir ?
Dışarıdan gelenler için gerçeğin bir öneminin olmadığı, ve hatta gerçeklerin bir pusa büründüğü, korkakların kahramanca hikayeler anlattığı, fakirlerin zengin rolü yaptığı Rüya Pavyon’un içerisindeydi bu kez gerçek fakat bu gerçek sadece iki kişilikti. Abidin ve Mahmut için ışık varken oluşan bir gölgeyi Kumru, ışık gitti Kumru yok oldu…
Kumru dilsizdir, ama herkesle konuşabilir, Kumru sağırdır ama herkesi dinler, ve hatta herkes Kumru’ya içini açmak için fırsat kollamaktadır. Pavyonda tek sermayesi konuşmak olan konsomatrisler sürekli konuşurlar ama kimse dinlemez, pavyon müşterileri sürekli konuşur fakat kimse dinlemez. Bu bir gölge oyunudur.
Son sahnede ise bize filmi tek kelime ile anlatmaya çalışıyor sihirbaz: Kim bilir ? Sahne6
Kim bilir… Banu muydu ? Kumru mu ? Var mıydı ? Yok mu? Gerçekten iki kişi bir rüya görebilir miydi? Sahne 7 (KİM BİLİR?)
Teoriler:
1- Sufism vb inanışlarda insana Allah’tan bir zerre verildiği, bu sebeple herkesin yaradılış izi taşıdığı bu siyah ve beyaz gibi iki ayrı ‘şey’ in içimizde olabileceğini ileri sürer, (Ying yang gibi) Nitekim, Yönetmen ve Senarist Yavuz TURGUL’un da bir röportajında değindiği gibi: Aslında Abidin ve Mahmut tek kişidir, yalnız ve çaresizliklerinde bir rüya görmüşlerdir.
2-Büyük Hanım’ın laneti: (sisyphos) Büyük hanım tanrı tarafından yaradılışa/kader e karşı geldiği için sonsuza kadar uyku ile lanetlenmiştir. Bazı eleştirmenler bu durumun mitolojik bir gönderme olduğunu düşünmektedir.
3-Kumru Phantasos mudur? #Morpheus’un kardeşi #Phobetor kabus, #Phantasos ise fantastik rüyalar gördürür. Morfin adını Morpheus’tan ve onun rüya görmeye sebep olan gücünden alır. Fobi dediğimiz nedensiz korkular adını kabus görmeye neden olan tanrı ‘Phobetor’dan alır. Fantezi kavramı da yine Morpheus’un kardeşi olan ‘Phantasos‘dan gelir. Kumru hayatına girdiği herkese bir fantazma yaşatır. Bu herkesin büyülendiği farklı bir dünyaya giriş gibidir, insanın dilini düş dünyasını çözer büyüler.
4-Hapishane Memuru: Yarı ölü Kumru’yu gören, (başka bir dünyadaki) Anne’yi parayı alamadığı için bekleten hapishane memuru, Kumru’nun annesine #Stkys nehrinden geçme ücretini verdiğinde, hem memur, hem Anne, hem de Kumru sırra kadem basar.
5-Fotoğrafçı; Fotoğrafçı bizi temsil eden uyku hali midir ? Ya da Karanlık ruhları ışık görmeyen mağarasında saklayan #Somnus mudur? (uyku tanrısı. ölümün kardeşi ve gecenin oğludur.)
KAYNAK:
1- Gölge Oyununda Varlık Ve Mevcudiyet Fikri Elif AYDINALP
2- Türk Sinemasının Gizli Hazinelerinden Sayılan Yavuz Turgul Filmi: Gölge Oyunu : https://seyler.eksisozluk.com/
3-https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6lge_Oyunu_(film)
4-https://turkcealtyazi.org/mov/0263388/golge-oyunu.html
5-https://eksisozluk.com/golge-oyunu-film–6637403?p=17
FİLMİ İZLEMEK İÇİN (Erler Filme Binlerce Teşekkür ile…)