Yıllar içerisinde her şehrin kendi misafirleri tarafından yazılan bir hikayesi olmuştur. Dün eski medeniyetlerin yaptığı köprüden geçerek okulunuza giderken, bugün kendi mahallenizde “daha dün gidiyordum” dediğiniz okulunuzu bulamaz hale gelişimiz ise tamamen bizim şımarıklığımız ile alakalıdır. Her misafir, kendisine sunulan nimetlerin kıymetini bilmek ve hatta katıyla karşılığını vermek zorundadır, bu bütün medeniyetlerde var olan, ilkel kabilelerde bile görülen bir gelenek olsa da, biz üzerinde binlerce yıldır yaşadığımız bu bereketli topraklara ne kadar zarar verdiğimizden bile habersiziz.
İskenderun Kalesi: bir çok kaynakta “kule” olarak tanımlanan ve liman olarak da kullanılmış, bu limanın gemiler için yapılmış devasa demirleri 90’lı yıllarda eskicilere satılmış, bugün İskenderun-Antakya karayolunun 2-3. km’sinde (kalenin tam ortasından otoyol geçiyor.) şehrin ‘misafirlerinin’ -hemen hemen hepsinin- varlığından bi haber olduğu, geçtiğimiz günlerde ise en belirgin duvarlarının yer aldığı kısma, yeşil zeytin satış yapılan ve en ama en önemlisi bütün bu şehrin tek arkelojik kalıntısı olan yapıdır.
İskenderun Kalesi, bazı kaynaklarda yine sizlere anlatmış olduğum Sarıseki Kalesi ile karıştırıldığından ‘Merkez (Merkuz) Kale’ olarak anılmaktadır. Ayrıca, Piri Reis, İskenderun Kulesi’ni kale olarak tanımlamaktadır. Ona göre İskenderun alçak bir burun üzerinde harap bir kaledir. Ülkemizin en büyük seyyahı, Evliya Çelebi’nin Seyahatname isimli eserinde kalenin Büyük İskender tarafından, etrafında bir şehir kurmak amacıyla inşa ettirdiği aynı zamanda, Piri Reis gibi yapıyı kule şekliyle tanımlar. Bu bahsi geçen kule, günümüz anlamıyla kullanılmamaktadır. Yine Hatay’ın Payas İlçesinde yer alan, Cin Kule olarak bilen yapı özellikle antik dönemde denize yakın alanlarda sıkça görülen bir liman koruma amacıyla yapılmış kale biçimidir.

Evliya Çelebi kalenin, I. Ahmet’in saltanatı döneminde (1600-1620) yıllarında Veziriazam Nasuh Paşa tarafından tekrar imar edilmeye çalışıldığını, ancak bu işin tamamlanamadığını belirtir. Hem önemli bir liman kenti olması hem de hac yolu üzerinden olmasından stratejik bir nokta olmasına rağmen bu restorasyonun yapılmaması kalenin makus talihinin dönüm noktasıdır. Bu tarihten sonra taş üzerine taş koyulmayan bir harabe olarak tanımlanacak olan yapının günümüze ulaşması zannımca tamamen rastlantıdır. Zira devlet arşivlerinde yer alan ve İskenderun Latin Katolik Kilisesinin yapımı ile ilgili yazışmalar içeren belgede de görüldüğü üzere, kalenin taşlarının çevre evlerde ve hatta kilise yapımında da kullanıldığı açıkca kaynaklarda yer almaktadır.

Evliya Çelebi’den daha ayrıntılı olarak bu kuleyi bizzat gören Jean Baptiste Tavernier, yapı hakkında şunları yazar: “İskenderun’a yaklaşık bir mil uzaklıkta, ana yolun sağında ve öbür bataklığın karşısında Godefroi de Bouillon’un silahlarının hâlâ saklandığı bir kule var. Görünüşe bakılırsa bu kule, iki tarafı çok tehlikeli gazlar çıkaran geniş bataklıklarla kuşatılmış yolu savunmak için yapılmış.”İskenderun’a gelen bir diğer seyyah Bayard Taylor da muhtemelen Tavernier’den etkilenerek, bu yerin Godefroi de Bouillon tarafından inşa edilmiş yapı olduğu bir farkla ileri sürmüştür. O fark yapının kule değil de kale olarak tanımlanmış olmasıdır.

1800’lü yıllarda, bataklıkları kurutmak için yapılmış, İskenderun ve çevresine ait planda; İskenderun’un doğusunda “harap kule” olarak işaretlenmiş bir yer vardır. Anlaşılacağı üzere Ferhat Paşa da buradaki yapıyı kule olarak tanımlamaktadır. 1890 yıllara gelindiğinde İskenderun Kulesi’nin yalnız temelleri mevcut olup yer yer üzerinde demir halkalar kalmıştır. Bu halkaların sonuncusu, 1998 yılında hurdacılara satılmıştır. Bu halkaların, zamanında İskenderun Kulesi’nin denize bitişik olmasından dolayı gemileri bağlamak için kule duvarına çakıldığı düşünülmektedir, bu bilgi bugün 900mt içeride bulunan bir harabe için saçma gelse de, İskenderun’un çizilmiş en eski haritalarında deniz sınırı, kalenin yakınlarında bulunan bataklıkların içerisinden, bugün kalenin bulunduğu alana kadar doğal bir liman şeklinde olduğu açıkça görülmektedir.

1895 yılının Eylül ayında bölgede ortaya çıkan kolera salgınından dolayı sıhhiye müfettişi olarak İskenderun’a gelen Dr. Şerefeddin Mağmumi, İskenderun Kulesi’ni yakından görme fırsatı bulanlardandır. Dr. Şerefeddin, İskenderun’da bulunan kuleyi kale olarak tanımlamakta ve Büyük İskender’in Pers İmparatoru Dara’ya karşı kazandığı zafer anısına inşa edildiğini iddia etmektedir. Kule harabelerini İskenderun’a iki saat uzaklıktaki “Pınarbaşı”nda müşahede etmiştir.

Buradan yola çıkan Şerefeddin Mağmumi, İskenderun’un kurulu bulunduğu ovanın büyük bir kısmının o zamanlar deniz altında olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre sonradan dağlardan gelen sellerin sürükleyip indirdiği toprak ve taş bölgenin dolarak bugünkü hale gelmesine sebep olmuştur. Bu sebepten dolayı kule sahil kenarında iken iç bölgede kalmıştır. Bu iddiasına dayanak olarak kulenin temelinde gemi bağlamaya mahsus halkaları ve arazinin jeolojik vasıflarını göstermektedir. Hatta bu durumun devam ettiğini belirten Mağmumi, karanın yılda birkaç santimetre kadar ileri gittiğini bunun da suya zamanında çakılıp şimdi karada kalan kazıklardan anlaşılabileceğini kaydetmiştir.

Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, yapıyı kale olarak tanımlayıp, restore edilmesi için 18.9.1998 tarihinde ruhsat çıkarmış ve hatta İskenderun Mimarlar Odası tarafından restore işlemleri başlatılmıştır. Fakat bu nafile olduğu şuan pare pare dökülen duvarlardan pazar yerine çevrilmiş kalenin halinden belli olmaktadır.







Kalenin bugünkü rezil halde olmasının onlarca bilimsel sebebi olsa da bu binlerce katili olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kalenin taşlarını 1800’lü yıllarda evlerini ibadethanelerini inşa etmek için söken insanlar ile, 1998 yılında restoreyi beceremeyen mimarların, ve hatta 2019 yılında üç kuruş menfaat için bölgeyi pazar yerine çeviren yöneticilerin aynı suçun failidirler.

Tarihi alanları, kültür miraslarımızı, arkelojik sit alanlarını ve dahasını tanıtmak sizlere anlatmak nacizane aciz bir dille size iletmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Ben bi çare tarih sever vatandaşım fakat şunu bilmenizi isterim ki, üzerinizde yaşadığınız topraklar için kayıtsız kaldığınız her gün, tarihte birer çöp olarak anılan gurüh olarak kalacağız.
Selam ve saygıyla.
______________________________________________________________________________
Yazımın geniş bölümünde, Sn. hocam Naci ÜRKMEZ'in İskenderun üzerine üretmiş olduğu eserlerinden bir takım bilgiler kullanılmıştır. Kendisi ve eserleri umut ediyorum uzun yıllar bizlere ve tarih bilimine ışık olur. Kendisine şükranlarımı bildiriyorum.