Hepimiz biliyoruz, Hatay İli denilince akla sadece Antakya ve Samandağ turistik durakları gelir. Yeşilçam filmlerinde, belgesellerde ve hatta kartpostallarda en çok yansıyan bölgeler yine adı geçen alanlardır. Fakat takvimlerimiz artık 2023 yılını gösteriyor; teknolojinin gelişmesi ve ulaşılabilirliğin artması turizmi bambaşka noktaları taşıdı. Fakat biz hala içimizdeki küçük hesapları bitiremediğimiz ve mikro milliyetçilik yaptığımız için ‘olmayan sorunların’ kavgasını gütmekle meşgulüz.
Son yıllarda Altınözü ve Erzin ilçesinin atılım ve gelişmeleri bu konudaki hizmetleri hayranlık uyandırıyor, yine Kırıkhan ilçesinin (hemen hemen hiç turist çekmese de) kültürel mirasları kazanıma dönüştürmesi takdire şayan. Ama biz konuya genel bir bakış getiremiyoruz, hizmeti ve yatırımı bütün ilçeler eşit miktarda alamıyor ve bu haksız bir rekabet doğuruyor. Bu tatlı rekabetin bütün ilçeler tarafından sindirilmesi, bir ilçenin gelişiminin diğerine katkı sağlayacağı gerçeğinin görülmesi ve samimi bir şekilde; ‘şehrin sadece bir ilçesinde turist geliyor’ yanılgısından kurtulmamız gerekiyor.
Yatırım, tanıtım ve dayanışma olmadan önümüzdeki ve bölgemizdeki turizm potansiyelini katlayarak sürdüren Gaziantep örneği ile rekabet etmemiz mümkün görünmüyor. Bunun en büyük engeli ise ilçelerin kendisini sadece tek bir gelir kapısı ile tanımlayıp, ne yazık ki turizmin gücünü anlayamamış olmalarıdır. Turizm sizin yakından tanınmanızı sağlar, kente bir yabancı geldiğinde Kırıkhan’ın kavununu ve havucunu, Hassa’nın üzümünü, İskenderun’un sanayisini, Erzin’in portakalını görmüş olur. En büyük yanılgılardan birisinin ise ‘turizme yatırım yapıyoruz’ diyerek otel açma projeleri. Yatırım arkeolojik kazıya, restorasyona, tanıtım ve organizasyona yapılır. Turist kente gelmeden, sanki akın varmış gibi yapılan yatırımları hangi planlama doğrultusunda yapılıyor inanın ben anlamıyorum. Son değinmek istediğim konu ise son yıllarda yaygınlaşan ‘ters ev ve asma köprü’ projeleri. Bu projeler oldukça kısa bir dönem için yapılan ve ekseriyetle küçük çapta bir etki alanına sahip ayrıca sürdürülebilirlikten bir hayli uzak yatırımlardır. Siz sadece bir kazıya yatırım yaparak Neşe mozaiğini veya Şuppiluliuma bulursunuz, öyle kısa sürede sembol haline gelir ki inanamazsınız.
Sorun nedir ?
Konumu gereği transit bir geçiş noktası olmayan Hatay için bir turizm planı elzemdir. Turizm alanı ülkemizde (ve kentimizde) yetkin hocalarımız ve çalışmalarıyla akademik derinliği çoktan kazanmıştır. Biz biliyoruz ki bir kentte bir çalışma yapılacaksa en başta işin ehline soru sormak ve sorunun merkezine odaklanmak gerekir. Bir çok çalışmada yer aldığı üzere ; bir kentin ilgi çekmesi için “çekicilikler, ulaşılabilirlik ve olanaklar” noktalarına önem vermek ve bir ‘mekan algısı’ yaratmak gerekmektedir. İskenderun’u ziyaret eden bir kimsenin aklında kalan tek konu ‘döner’ olamaz, olmamalı.
Kentin bugün turizm alanında kalbinin attığı 4 ana nokta bulunuyor:
- Hatay Arkeoloji Müzesi
- St. Pierre Kilisesi ve Necmi Asfuroğlu Arkeloji Müzesi
- Eski Antakya ve Uzunçarşı
- Titus Tünelleri ve Samandağ
Biz burada şunu görüyoruz, bir turist Hatay sınırlarına giriyor, Erzin’de yer alan harika Epiphaneia kentini ve Kinet Höyüğü geçiyor, Payas Kalesini ve Cin Kuleyi geçiyor, İskenderun’da belki durup sahile uğrayıp döner atıştırıp tekrar yola çıkıyor. Henüz turizm yolu bitmediği için; Arsuz’a uğramadan (Bakras Kalesi ve Bütün Amik Ovasında ilçeleri) Belen’in potansiyeli de es geçilerek, Antakya’ya gelip yerleşiyor. Şehir merkezini gezdikten sonra Samandağ turu yapılıp tekrar aynı istikametten Hatay terk ediliyor. Bu, maalesef yatırım ve planlamanın ne kadar kötü olduğunun bir belgesidir.
Ne yapmalı ?
Her alanda olduğu gibi bütün bu işleri yapabilmek için şehrimizin BÜTÜN paydaşlarının bir araya gelmesi gerekmektedir. Bir turizm makro planı yapmak, iki üniversitesi olan bir şehir için çok kolay olsa gerek. Bir medeniyetler şehri-inanç özgürlüğü şehri olduğumuzdan bahsediyoruz, fakat diğer ilçelerde biz bu durumu ne kadar sunabiliyoruz? İnanç turizminden bahsedeceksek; sadece Antakya’da bir kilise çanı önünde fotoğraf çekmek ile bunun sürdürülemeyeceği kesin. İskenderun’da yer alan ibadethaneler neden turizme açılmasın ? Antakya’da var olan güzel örnekler neden İskenderun’da uygulanmasın, özellikle Fransız Mezarlığı konusunda bir telefonla halledilebilecek bir mesele olduğunu düşünüyorum kaldı ki şehir dışından gelen insanların ve araştırmacıların dikkatini çekeceği kesin, çünkü emsali gerçekten az bulunur bir kültürel miras.
St. George Kilisesi: İçerisinde harika eserler bulunan, antik dönemden günümüze çevresi nekropol alanı olarak kullanılmış bir kilise.
Süryani Katoluk Kilisesi: Hemen yanı başında bulunan Rum Ortodoks Kilisesi ile harika bir ziyaret mekanı.
Ortodoks Kilisesi: İçinde harika ikonlar, dış bahçesinde ise muazzam lahitler yer alıyor.
Latin Katolik Kilisesi: İskenderun’un kadim yıllarından kalma ve harika bir mimariye sahip kilise tarihi Mithat Paşa Okuluna komşudur.
Ermeni Karasun Manuk Kilisesi: Yine tarihi oldukça eski bir döneme dayanan bu küçük kilise içerisinde kutsal bir lahit bulunmakta.
Fransız Askeri Mezarlığı: Dünyada oldukça az bulunan, ülkemizde ise bir elin parmaklarını geçmeyecek bir mezarlık bulunuyor. İçerisinde hem hıristiyan hem de müslüman Fransız askerler yatıyor. Kentimizin kurtuluş mücadelesinin yanında halen gayet tertip ve düzen içerisinde böyle bir mezarlığın bulunması hem tarihimiz hem de turizmimiz için çok kıymetli.
İskenderun için geç kalmış projeler:
Yakın zamanda İskenderun Arkeoloji Müzesi’nin kurulacağı haberini almıştık, çalışmalar Valimiz Rahmi DOĞAN’ın öncülüğünde oldukça hızlı ilerliyor. Yine geçtiğimiz haftalarda İskenderun Teknik Üniversitesi’nin bir ‘Su altı müzesi’ kurma fikrinin haberleştiğini gördük bu da harika bir haber. Fakat biz ne sergileyeceğiz ? Tabi ki şehrin kadim bir tarihi var, tabi ki şehrin dört bir yanında eserler dağılmış durumda(daha önce paylaşmıştım) fakat bir kentte öncü bir kazı olmadan müze açıyoruz: İskenderun Kalesi, Sarıseki Kalesi ve Arkeopark olacağını duyurduğumuz Zeytin Yağı Tesisi halen olduğu gibi duruyor, geçtiğimiz sene küçük bir kazı yapıldı fakat etrafını koruma altına bile alabilmiş değiliz. Kazı yapılacak, araştırma yapılacak ki bu müzelerin envanteri büyüyecek, ilgi çekecek ve haliyle şehri katkı yapacak.
Antik Zeytinyağı Tesisi: Geçtiğimiz yıl müzemiz tarafından ilgi gösterildi ve kazı yapıldı fakat bir sponsor ile desteklenip geniş çaplı bir kazı yapılmaması çok büyük bir kayıptır. Şehrin zeytinyağı işçiliği konusunda yapılacak reklamlarla İskenderun’a yeni bir yüz katabiliriz. Neden bir zeytinyağı yatırımcısı buraya sponsor olmasın ?
Sarıseki Kalesi: Dört başı mamur, kitabesi, burçları harika memlük dönemi mescidi ile ayakta durmaya çalışan kale cahil define avcılarının talanına emanet durumda. Kale sadece birkaç aylık çalışmayla ziyarete açılabilecekken sırtımızı dönmüş durumdayız. Hem bir destinasyon olmak için harika bir konumda, hem yolu var, hem de yine başka bir tarihi eserin (Yunus Sütunu) hemen yanı başında. İskenderun e5 karayoluna sadece 1 dakika uzaklıkta. Biz ise burası Askeri bir bölge olarak boşaltıldığı için hiçbir şey yapmıyoruz. Koca bir çam ormanının içinde öksüz bir çocuk gibi bizden ilgi bekliyor. (Yunus Sütunu ve Sarıseki Kalesi yazılarım için internet sitemi inceleyebilirsiniz)
İskenderun Nekropolleri: Büyük İskender’in komutanlarından birisine kentin tepelerinde bir mezar inşa edildiğini Refik KİREÇÇİ’den okumuştuk. Bugün şehrimizin yanı başında hem mağara oda mezarları hem de kaya mezarları mevcut. Bunlar yine mesire alanlarının dibinde, yani çok kolay bir şekilde bu alanlar mesire alanı kapsamına alınıp bir güvenlik görevlisi ve bir tel-çit ile korunabilirken ballicililerin tinercilerin meskeni olmuş durumda. Kaçak kazılarla 3-4 metre derinliğe ulaşılmış bile. En acısı ise bu bölgelerin Osmanlı arşivlerinde bulunan kazı izinleri, evet yanlış duymadınız 100 yıl önce kazılmış, içlerinde ayin törenlerine ait eşyalar bulunmuş bu mezarlar bugün toprak dolgusu ile dolmuş, defineciler ve tinercilere bırakılmış durumda.
Yukarıda önerdiğim turizm rotası için sadece İskenderun’un değil bütün ilçelerimizin atılım yapması gerekiyor. Erzin Epipheina kenti için bir müze kurulmalı ve ilk durağımız burası olmalı. Payas’ın kültürel mirasları konusunda diyeceğimiz yok fakat bu güzergah üzerinde tanıtım ve organizasyonu konusunda girişimleri bulunmalı. İskenderun müzelerini tamamladıktan sonra Hatay’ın ikinci turizm merkezi olacağı kesin, Arsuz için yakında kazıların tamamlanacağı kilise alanı harika bir açık hava müzesi olabilir. Ve en önemlisi ise buradan sonra başlıyor, geçtiğimiz senelerde açılan Arsuz-Samandağ yolunun artık ‘bir zahmet’ bitirilmesi şart. Bu güzergah şehrin geleceği anlamına geliyor ve bu konuda artık günübirlik basit planlar bırakılıp şehrin geleceği düşünülerek çözülmesi gerekiyor. İlerleyen yıllarda umarım şehrimizin -yukarıda belirttiğim gibi- bütün paydaşları bir masada oturabilir, nacizane yazdığım bu tavsiyelere kulak verebilir.